Taşrayı - ‘İstanbul’ diye okuyunuz - kayıp bir cennet, eldeğmemiş bir diyar, bir masumiyet olarak resmetmeyen filmlere özel bir sevgim var; Yozgat Blues filmi hemen akla geliyor. Doğrusu başka da gelmiyor.
Bunlara yenilerde Genco’yu da katabiliriz. Genco’da Diyarbekir’de vejetaryen lokanta işleten, aynı zamanda aile ve arkadaş dırdırından ve mahalle entrikalarından da kurtulamayan aynı zamanda süper güçlere sahip Genco’nun başından geçenleri izliyoruz. Kahramanımızın kapıcısıyla ya da iş görüşmesine gelen elemanla ilişkilerindeki ‘kentli’ tavırlara ayrıca dikkat; olaylar Kurtuluş, Cihangir ya da Moda’da geçmiyor ama Genco’nun da başarıyla işaret ettiği gibi belli bir genç (artık orta) kuşak okumuş yazmışının benimsediği davranış etikası artık her yerde. Hibrid bir şey bu; hangi şehirde olursa olsun, gündeminde belli toplumsal meseleler, hassasiyetler olan, yeni hayat tarzlarını benimsemiş ama iş görüşmesi, kapıcıyla ilişki, vejetaryen lokanta nasıl işletilmeli gibi yeni konularda da eski ile yeni arasında gelip giden kişilerin benimsediği bir etika. Onlara eve girince flip-flop giyip çek-yata oturan ve kaderlerinde başörtülü anne azarı dinlemek de olan ayrıca tür filmlerine de aşina vejetaryenler diyeceğim. Belki Dagur Kari filmleri, çeşit çeşit Romen filmi, Todd Solonz zehir-zıkkımları ve hepsinin babası sayılabilecek Jim Jarmusch filmi Stranger than Paradise’ın geçtiği Cleveland’da da bu kimselerden vardır. Kuşkusuz var. Ben Antakya’dan, Balıkesir’den, Samsun’dan da tanıyorum onları.
Dolayısıyla, Genco’nun belli başlı başarısı Türkiye’nin en dertli kentlerinden birini, en azından kısmen, bir çeşit ‘orada uzaktaki Cihangir’ gibi göstermeye cesaret etmesi. (Taşrasever filmlerin yaptığının tam tersi bir yerde.) Hem cür’et bu, hem de filmin özellikle istediği bir şey. Genco’da çok uğraşınca bir ‘Güney Doğu alt metni’ görmek, bulmak belki mümkündür. Her şeyi kurcalayınca bir şey bulunur. Ama filmde esas olarak hem sözünü ettiğim ‘cihanşumul’ (global?) ama aslında ‘dönemsel’ insan gruplarından kaynaklanan, hem de hem onlarla hem kendiyle dalga geçmekten geri durmayan bir şey var. Bir mizah diyeceğim. Daha doğrusu ‘mizahi tutum’.
Taşraya karşı benimsenen mizahi tutum da çok bıçak sırtı bir şey; kolaylıkla, kısa bir süre önce burada okumuş olabileceğiniz gibi Albüm filminin kalkıştığı ve ‘oradaki tombul insanların saçmalıkları’ şeklinde derdest ettiği bir alay olabiliyor bu. Uzun süren taşra güzellemelerinin ters tepmesi; vurun taşraya!
Genco’da iyi olan şey, bu alayın, bu kendi kendinin farkında olan ‘çarpık gülümseme’nin niyeti ve tadı. Film başkahramanı dahil bütün kişllerini bile isteye, seve seve karikatürleştiriyor. (Hiçbiri profesyonel olmayan oyuncuların bu karikatürleştirme işine gönülden katılmaları da filmin diğer bir eğlenceli yönü.) Daha da önemlisi, film seyircinin bakışına da bu karikatürleştirmeyi seyretmekten dolayı bir üstünlük payı çıkarmaya çalışmıyor. Tam tersine; üslubu ve göndermeleriyle hedeflediği seyirci ortalaması o kadar bir ortalamalar toplamı ki, seyirci bu süper kahraman hikayesinden kendi sinemasal fantezilerine ya da tercihlerine ve /ama gündelik hayatına dair bir alay da derleyebilecek. Süper kahraman olmak, çek-yatlar ve başka oturma odası mobilyaları üzerinde pekala mümkün.
Genco’da komikliği sürdürmekle, daha doğrusu komiğin zamanlaması ile ilgili bir küçük sorun olduğu düşünülebilir. (Belki profesyonel olmayan oyunculuktan ileri geliyordur bu, belki de kurgudan.) Filmde yeterince fantastik-inanılmaz-gülmeye yol açan bir sahne bir 'milim' fazla duruyor olabilir perdede. Bu dead pan mizah, bu aşikar (ve komik) olanı aşikar biçimde sergilemenin süresi biraz daha sıkı dokulu olursa, bu tasarruf filmin genel temposuna da yansıyacaktır. Aşırılığı, abartıyı hiçbir şey olmuyormuş gibi, fütursuzca sergilemenin komiği (mesela Todd Solonz’un ustası olduğu bir husus) daha gergin, daha doğrusu daha az gevşek bir ritmle gerçekleşirse bu Genco’nun yönetmeninin ilerki filmlerinin büyük ölçüde işine yarayacaktır. Çünkü, an uzayıp da komiğin bir çeşit ‘gerçekliğe’, filmin istemediği bir tür çapak-gerçekliğe (giriyorlar, oturuyorlar, kalkıyorlar, hoşgeldiniz, beş gittiniz vb.) karışması bu üslubun işine yarayacak belki de en son şeydir.
Bu tarz mizahi oyunculuğun önemli numaralarından biri olan double-take’de kahraman baktığı şeyi önce kavrayamaz sonra yeniden bakar ve aniden şaşkınlıkla kavrar. Belki de bu numaranın ünlü uygulayıcılarından Cary Grant’e uzaktan uzağa benzemesinden olacak, bu ilginç komedide filmin yönetmeni ve oyuncusu Ali Kemal Çınar’dan da her sahnede böyle bir ‘an’, ‘hızlı ve öfkesiz’ bir komedi nüansı bekliyor insan. Filmi ileri doğru ‘zap!’layacak, zıplatacak bir şey…
FATİH ÖZGÜVEN
Filmin künyesi:
GENCO (2016)
Yönetmen, senarist, görüntü yönetmeni, kurgu: Ali Kemal Çınar
Oyuncular: Ali Kemal Çınar, Salih Demir, İhsan Şakar, Teymur Evdike
Ödül: 28’inci Ankara Uluslararası Film Festivali, Ulusal Uzun Film ödülü