Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
İntikam çanları çalıyor, şimdi onlar düşünsün!
Sezon: 1 Bölüm: 2

            

“Asıl hikaye şimdi başlayacak,” diye merakla beklenen Şeref Meselesi’nin 2. bölümü bazı sorulara cevaplar vererek, bazı yeni sorular sordurarak ekrandaydı. Öncelikle bariz olan şey şuydu ki; bölüm ilk bölüme göre daha hızlıydı. İlk bölüm karakter tanıtmaya çok fazla girilmesi biraz sıkıcı olmasına sebep olmuştu. 2. bölümde hikâyenin ivme kazanması güzel olmuş lakin bununla ilgili de bazı belirsiz kalan taraflar olmadı değil, bu noktaya sahnelerin içindeyken değineceğim efenim. 2. bölüm sonrası Emir’ciler ve Yiğit’çiler diye taraflara ayrıldı mı seyirci merak ediyorum. Bir tarafta hayallerimizin dürüst ve güvenilir, hakkını adaletle arayan adamı Emir, diğer tarafta delirmeli şiddetiyle yumruğunu masaya ve kime öfkelenirse oraya vuran, kendi adaletini kendisi var eden Yiğit. Tabi burada Emir için “hayalimiz” dediğime bakmayın, bizim kadın milleti olarak sakin adamları seçmeme gibi bir huyumuz vardır çoğunlukla. :) Genel söyleyeceklerim şunlardır ki ağır çekim seviliyor, güzel de görünüyor diye özellikle Kerem Bürsin’in her hareketini ağır çekim yapmasalar keşke. Bir süre sonra sıradan olmaya başlıyor çünkü. Altan Dönmez’in işlerinde renkler hep çok güzel. Tilbe Saran hakikaten çok etkileyici bir oyuncu. Kerem Bürsin çok güzel bakan bir adam. :)

Hikâyede ölmesini en son isteyeceğim Hasan’ın cenazesiyle başladı ikinci bölüm. İki erkek çocuğun en önde babalarının tabutunu sırtlanmaları iç burkan ve etkileyici bir sahne başlangıcı. Türk dizilerinde alıştığımız için midir bilmiyorum ama sahne başı kuvvetli olmasına rağmen hissimiz çabuk geçti. Kerem Bürsin’in saçlar şekil mesela cenazede. Evet, dramatize edilmemesi güzel lakin hissi yine de eksikti. Yahu adamı gömüp gittiniz bir dua okutsaydınız başında nebilim biraz kalsaydınız babanızın yanında. Öyle bırakıp gitmeyiz bence babamızı. :( Namık’ın vicdan azabından kıvranmalarına, Emir’ciğim güzel bir yumrukla cevap vererek Yiğit’i işkillendirmeyi başardı cenazede.

Zeliha’nın kocasının ölümünden kendini sorumlu tutacağını biliyorduk tabi ki ama kadıncağız aklını kaçıracak kadar acıya ve suçluluk duygusuna gömüldü. Hiçbir delil olmadığından dosyanın kapandığını, davanın olmayacağını öğrenince sinir krizi geçiren Zeliha’yı sakinleştirmeye çalışan Emir, “Senin yüzünden değil,” diyince Yiğit, “Allah’ını seven yolumdan çekilsin!”  moduna geçerek silahı kaptı gitti. Namık’ın korkak karısından olanı biteni öğrenince de bir üst seviyeye “Sadullah’ın cellâdı olayım!” mertebesine vardı. İşte tam bu anda Kerem Bürsin’den bahsetmek isterim.

Bence Kerem Bürsin üstünü çıkarmak yerine kabadayılık yapmalı, yumruk atmalı, bağırmalı çağırmalı zira çok daha etkileyici oluyor kanımca. :) Kübra’ya “Baban nerdeeeeaa?” diye haykırdığı, silahla Sadullah’ın karşısındaki deli öfkesi, genç kızlarımızı daha da Kerem’e bağlar diye düşünüyorum. Ayrıca 1. bölüme göre oyunu da daha inandırıcı, daha başarılıydı Kerem Bürsin’in. Ancak yine söylemeliyim ki diksiyonla ilgili bir şey yapılması şart, halen çok anlaşılamayan yerler var konuşmasında, hala çok Avrupai bir hal var.

Yiğit’çiğimiz son duayı ettirirken. 

Yiğit’in silahı aldığını fark eden Emir, daha kötüsü olmasın diye ihbar etti abisini. Polis-Yiğit-Sadullah-Emir kaosunda Sadullah’ı omzundan vuran Yiğit, Büyük patron Nihat’ın başına daha fazla iş almamak için Sadullah’ı şikayetçi oldurmayınca hapisten yırttı sandık. Ancak geçen hafta mahalleye gelir gelmez yaptığı saçma hırsızlıktan yakayı ele vereceğini biz de Emir de bilemedik. Bu mevzuu da o evden çaldığı elmaslı broşu kendisini pek sevdiğim Gül’e vermesiyle bağlandı hikâyede. Sadullah broşu kadında gördü ve kimin aldığını öğrenince de yetiştirdi polise yaralı omzuyla.

Buradan sonrası Yiğit için son blok hariç hapishanede geçti. Bu sürecin bir bölüm içinde geçip sona ermesini sevdim zira Yiğit’in delirmelerini görmek istiyoruz hapiste volta atmasındansa. Tabi ki hapishane sahneleri değerlendirilmiş, madem çocuk hapse düştü, sahillerde üstsüz dolaşamıyor o halde biz de hapishanede güzel gölgeli ışıklarla şınavlar çektirelim, kaslı kollarını çalıştırdığını görelim şeklinde. Göz zevkimiz için başarılı sahneler. :) Takvimlerden günleri de saydı, voltalar da attı, oradan kulağı kesik bir abimizden Nihat’la ilgili bilgiler almaya çalıştı ki çıkınca planlar planlar yapsın. Her seferinde “Aman ona bulaşma!” duysa da Yiğit işin peşini bırakmayacak elbette.

Yiğit hapisteyken dünyanın derdi çilesi Emir’in üzerine kaldı tabi. Önce annesi hem kocasının ölümüne hem en sevdiği oğlunun hapislere düşmesini kaldıramayıp aklını kaybetti, sonra abisi hapse düştü, e zaten babasını da yeni kaybetmişti n’apsın nerelere gitsin bu çocuk? Kıyamam. Annesinin durumu ciddileşince onu kliniğe yatırdı, Sadullah’ın tehditlerine efendi tehditkarlığıyla cevap verdi, senetleri ödememek için reddi miras yapması da Emir için başka akıllıca bir hamleydi. “Zenginin sermayesi kasasında, alimin sermayesi kafasında”yı yazan senaristlere tam bu noktada katılıyorum.

Bu araya bölümdeki en etkilendiğim “an”ı yazmak istiyorum Emir’den bahsetmişken. Doğum gününde sofrada sadece kendisinin tabağı olduğu, aileden kimsenin olmadığı ve onu orada o yalnızlıkla gördüğümüz an bölümün en duygulu anıydı bence. Kimsesiz kalmak, masadaki o tek tabakla çok güzel anlatılmıştı.



Mahallemizin kızlarına ve delikanlılarımızla ilişkilerine yorum yazmadan geçmek elbette olmaz. Öncelikle bu bölüm Kübra ve Derya’ya oranla daha çok gördüğümüz Sibel. Bu bölümün anlayamadığım ve inanmadığım mevzusu Emir-Sibel ilişkisi… Sanki arada yayınlanmış birkaç bölüm olmuş ve o bölümlerde bu aşk böyle büyümüş de ben kaçırmışım gibi hissettim. Hangi ara “seni seviyorum”lara ,“Sen benim hayat kaynağımsın,” derecesine gelindi anlayamadım. Öyle bir mahallenin ortasında kapının önünde sımsıkı sarılmalar, “Sen olmasan dayanamazdım,” diyen Emir. Yahu ne kadar tanıdınız daha birbirinizi? Zaman aşımı sahnelerinde bir tek sahilde yürüdüklerini gördük o kadar. Hayır, madem bu kadın senin hayat kaynağın insan kızı bir öpmez mi o zaman mesela? Ya da madem bu kadar güçlü ilişki var ortada neden kimseye söylenmiyor? Derya soruyor Sibel’e aranızda bir şey var mı diye bir inkâr etmeler, bir haller neden? Aynı şekilde Sibel, Yiğit’le evde karşılaştığında Yiğit’in ona asıldığını bal gibi gördüğü halde “Ben abinin sevdiceği oldum, hayat kaynağıymışım ben onun,” demiyor? Emir-Sibel ilişkisi damdan düşercesine hissinden başka bir şey vermedi bana… Yiğitle karşılaştığı sahne bile çok daha tutkulu, çok daha hisleri olan sahneydi. Zaten Emir iş için şehir dışına gitmek zorunda kaldı, o esnada Sibel Yiğit’e doğru yol alsın bence. :) Zira orda aksiyon çok, heyecan çok… :) Bir de Sibel kızımıza hayran olan, eve elbiseler, güller yollayan, kendine özel defile yaptıran zengin Bora Tunalı çıktı ki Sibel’in annesinin radarına girdi adam anında. Buradan uzaklara “Beni bekle,” diyerek giden genç, onu beklerken anne baskısına ve fakirliğe dayanamayan kız, kısacası Ümit Besen-Banu Alkan Türk filmi hikâyesi bekliyorum.

Gelelim Kübra’ya. Kübra’nın bu bölümle başlayan hikâyeye etkisi gelecek bölümlerde fazlalaşacak belli. Babasının Yiğit ve Emir’i senetlerle tehdit ettiğini duyduktan sonra senetleri çalıp Emir’e götürmesi kalp biz. :) Öyle bir kızın babasına rağmen buna cesaret etmesi bizlerin gözünde “diğer kızlara beş basar kategorisi”ne soktu Kübra’yı. Emir kızcağızı koruma tavrıyla senetleri almasa da Kübra’yı takdir ettik. Derya’nın, Sibel’i Emir’le ilgili sorguya çekerken Yiğit’le öpüştüğünü söylemesiyle kırılgan kelebek Kübra’cığım acıların kadını oldu tabi. Buradan her 3 kadından en az ikisinin Yiğit’e yürüdüğü sonucu çıkıyor tabi. :) Derya’yı bu bölüm pek az gördük, Yiğit’in hapiste olmasından dolayı sanırım.

Kıyamayız tabi.

Geçti haftalar, aylar derken Yiğit hapisten çıktı. Çıkar çıkmaz annesine giden Yiğit, annesinin onu tanımamasıyla o bankta yalnız kaldığında canımız yandı elbette. O halden cıksın diye yardıma koşan Ender-Selim hoop pavyona atıverdiler Yiğit’i. Pavyondan Gül’ü alan Yiğit üstsüz sahnelerinin geleceğini müjdelemiş oldu. Kırmızı tüllü oda sahneleri fanların favorisidir diye tahmin ederek Gül ve Yiğit diyaloglarını beğendiğimi söylemek isterim. Madem artık dışarıda, Sadullah’ı yoklamadan, kendini göstermeden geçmedi tabi Yiğit. Finalde Sadullah’ı bitirme yeminleri ederken “Onu en zayıf yerinden, namusundan, şerefinden vuracağım!” sözlerinin üzerine kadraja giren dünyadan habersiz Kübra’yla güzel bir final olmuş oldu. Şimdi onlar düşünsün! Haftaya intikamın tadına bakmaya başlamak üzere görüşürüz umarım.

YORUMLAR




BUNLAR DA VAR