Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
HABER
Tietjens'de bir tuhaflık
 

 

Ford Madox Ford tuhaf bir adam. Bütün yazarlar tuhaftır diyeceksiniz. Yok ama, Ford'unki diğer yazarlarınkinden farklı bir tuhaflık. Bir yandan hali vakti yerinde bir aileden gelen biri. Diğer yandan hayatı kendini kanıtlamaya çalışarak geçmiş. Adamımızın soyadı gerçekte Hueffer. 1919'da değiştirmiş, savaşta yaşanan kötü duygular hasebiyle babasının Alman olduğunu gizlemeye çalışmış. Lakin yarı-İngiliz olması Ford'un hayatını Britanya'ya adamasına, kraldan çok kralcı olmasına hiç mi hiç mani olmamış. Sanatçılığı da enteresan. Kankası Joseph Conrad'la birlikte tiyatro oyunları, kitaplar yazıyor. Kendi romanları okuru epey zorlayan özelliklere sahip: izlenimci resimleri andırıyorlar, fazlasıyla yenilikçiler, anlaşılması güç içerikleri var. Fakat bunlar Ford'un sağlam bir Tory, yani muhafazakar olmasına engel değil. Savaşlar, ulusalcılık, toprak hırsı Avrupalıların başını döndürürken o  sıkı sıkıya yerleşik düzene sarılıyor. Arkadaşlar, diyor, bir durun, sakin olun, düşünün.

Yalnızca yazarlığıyla değil, editörlüğüyle de meşhur. Mühim bir dergiyi, The English Review'ı çıkarıyor, burada Conrad dışında Henry James, H.G. Wells gibi sevdiği yazarların yazdıklarını yayımlıyor. Lakin bugün (İngiltere’de) sokağa çıkıp o kuşak yazarlardan hangisi hatırlanıyor diye sorsak kimi Conrad kimi James der. Ford kimseciklerin aklına gelmez. Bu acıklı bir durum, hele de Conrad'ın başarısının mühim bir kısmını Ford'a borçlu olduğunu düşününce (Conrad hayatının en verimli yıllarını Ford'un kendisine tahsis ettiği 'Pent Farm' isimli çiftlik evinde yaşamıştı). Nihayetinde, dediğim gibi, İngiliz edebiyatının tuhaf bir karakteri Ford. Diğerkam, yardımlaşmayı, ortak çalışmalar yapmayı seviyor; servetini, evlerini, fikirlerini paylaşmayı da öyle. Velakin iş kendini ortaya koymaya geldiğinde ortaya çıkan tablo fazlasıyla bulanık. Ford'unki, bizde ilk cümlesinden ilhamla En Acıklı Öykü adıyla basılan en meşhur kitabının olay örgüsü gibi, biraz karışık bir miras.
Ford'un yarattığı en meşhur iki karakterden biri olan Christopher Tietjens'i de veciz bir biçimde anlatan bir ifade bu. "Biraz karışık." Niye karışmış peki, güzel bir karışıklık mı bu, bırak karışık kalsın denilebilir mi, diye sorabilirsiniz. CNBC-e'de yayınlanmakta olan Parade's End dizisini beğenip beğenmemeniz de zaten tam olarak bu "biraz karışık" adama dair hissettiklerinizle ilgili. Onu anladığınızı düşündüğünüz her an sizi ofsayta düşüren bir tip Tietjens. Yaratıcısı gibi nevi şahsına münhasır bir karakter. Güzel eşi Sylvia'ya karşı her hareketi, her sözü, her tutumu yalnızca kadının değil, okurun, izleyicinin de kafasını karıştırıyor. Arkadaş, diyorsunuz, sen ne istiyorsun?

Bir yanıyla tam bir muhafazakar: evliliği ömür boyu süren bir bağ olarak görüyor, Tanrı huzurunda evlenmiş bir çift sırf modern hayat karşılarına güzel insanlar çıkardı diye boşanamaz, buna içtenlikle inanıyor. Fakat muhafazakar olmak insanın arzularını içinde muhafaza etmesine yardımcı olmuyor her zaman. Sylvia başka erkeklerle yatmaya başlıyor, Tietjens başka bir kadınla birlikte olmayı istiyor, yaşadıkları hayat onları kararlı biçimde evliliklerinin dışına sürüklüyor. Bu noktada Tietjens geleneğin güzelliğini temsil eden eski bir bina gibi hareketsiz kalmayı seçiyor.

Susanna White'ın BBC/HBO için yaptığı uyarlamayı seyrederken insan Ford'un kitabının kahramanının aslında Sylvia olduğunu düşünüyor. Rebecca Hall, hem Tietjens'e tutkuyla aşık hem de onun soğukluğuna uyuz olan bu kadını fevkalade bir biçimde canlandırmış. Adelaide Clemens, 'suffragette' Valentine rolünde pek tatlı ama Carey Mulligan'a o kadar çok benziyor ki insan Valentine rolündeki Mulligan rolündeki Clemens'i izlediğini hissetmeden edemiyor. Bu benzerlik konusunda bana katılmıyorsanız lütfen Google'a girip Carey Mulligan Adelaide Clemens yazın. İnsanlar çift yaratılırmış.
Diziyi izlerken sürekli olarak sarsmayı, "ne istiyorsun söyle, bak bana böyle surat yapma, bir net ol!" demeyi isteyeceğiniz Tietjens'i ise Benedict Cumberbatch canlandırmış. Sonuç: Julian Assange usulü tutkulu bir soğukluk. Kaleleri sinsice içten fethetmeye meyilli bir haleti ruhiye. Geleneksel değerleri korumak için kendini cephenin önüne süren bir feraset. Hayatını diplomatik yazışmalar misali sızdırılan aşk dedikodularına nasıl yaklaşmak gerektiğini düşünerek geçiren bir şahsiyet. Tom Stoppard'ın yazdığı senaryoda Tietjens'in her zaman ön planda olduğu söylenemez gerçi. Bilakis Sylvia'nın duyarlığının odağa alınması, onu eşinin bakışının bir objesine dönüştürdüğünü düşünebilirsiniz. Varsın cinsiyetçi desinler: Hemingway ve dünyası ne kadar erkekse, Ford ve dünyası bir o kadar kadın.     

Ford hem modernist romanlar yazmıştı hem de savaş yıllarında propaganda bakanlığında çalışmıştı. E baştan söylemedik mi, tuhaf bir adamdı diye? Bu fevkalade etkileyici uyarlamanın başarısı, Parade's End'in modernlik ve eski dünya, tutku ve ahlak, diğerkamlık ve gurur arasında kalmış yazarını ve karakterini tüm tuhaflığıyla resmedebilmesinde. Ama bir tuhaflık daha var. Yıllara yayılan hikaye bir türlü üç kenarın da mutlu olamadığı Tietjens-Sylvia-Valentine aşk üçgeninin farklı açılarını gösterip sona erdiğinde hissettiğimiz bir tuhaflık bu. Hayat söz konusu olduğunda, hiçbir zaman hiçbir şeyin tam olarak istediğimiz gibi olmadığını idrak etmemizden gelen bir tuhaflık.
YORUMLAR




DİĞER HABERLER