Laurel ile Hardy (Stan and Ollie) önemli bir film sayılmaz, daha çok hani şu artistler, sanatçılar ve genelde ‘celebrity’lerle ilgili ‘onların parıltılı dünyasına bakmayın, sonları çok acıklı oluyor’ tarzı orta sınıf züğürt tesellisi konseptten… Ama benzerlerinin daha iyisi; tabii her şeyden önce Stan Laurel rolünde Steve Coogan olduğu için. Ayrıca film Laurel ile Hardy’nin son işbirliği olan İngiltere turnesini konu edinirken ünlü ikilinin yıldızlarının sönmesinden çok, komedyenlik zenaatinin püf noktalarına akıllıca dokunup dokunup geçiyor; Hacivat’la Karagöz, Kavuklu ile Pişekar, ortaoyunu, commedia dell’arte, vodvil… Laurel ile Hardy’nin biri iriyarı ve baskın, öbürü cılız ve titrek ikilisinde ürkütücü, biraz S/M, toplamda Beckettvari bir yan vardır- Godot’yu Beklerken’in Estragon’la Vladimir’i… Stan and Ollie o ‘gri bölgeleri’ sezdirse de çok ilerilere gitmiyor- ama filmin yaptığı daha bile tatlı bir şey var. Filmde sözü edilen diğer gerçek hayattan alınma ya da uydurma çiftler de zaman zaman, ara ara birer Laurel-Hardy skecinin kahramanları gibi sunuluyorlar, çok da abartmadan. Laurel’le Hardy’nin eşleri mızmız Lucille ile baskın Ida, Laurel-Hardy hayranları yarı bunak İngiliz karı-koca… Ayrıca; meğer ikilinin filmlerinde sıska, hep palaskayı sırtına yiyen Stan tam bir kontrol düşkünüymüş, titiz biriymiş, öfkeli ve tahammülsüz Hardy ise ehlikeyf, kalender bir arkadaş. Diyor film. (Hiç emin olamayız, film bu, ama gene de…)
Ama Stan ve Ollie’nin asıl, usul usul, hatta belki dolaylı olarak söylediği, söylemek istemese de söylediği şey, ‘çift’ olmak üzerine. İster karı-koca, ister Beckett çifti, ister komedi ikilisi olsun çift olmak müşkül bir şey. Bir çeşit tahterevalli… İn-çık, çık-in. Bir ver beş al, beş ver üç al. Ama bir yandan da evliliğin mahçup tesellisi var- …alışveriş. Hayatın ve varoluşun - diyelim - yüküne tek başına mı katlanmak zor, yoksa al gülüm-ver gülüm, pat-çat, şap-şup bir ikili olarak mı? Stan and Ollie bunun en azından bir ince zenaat, deneye-yanıla öğrenilen, kusursuzlaştırılan bir şey olduğunu öne sürüyor. Konuya kabiliyetiniz varsa eğer. Bir randevu sahnesi; Stan o kapıdan giriyor, Ollie arkasından öbür kapıdan, birbirlerini görmüyorlar dakikalarca, çünkü bir o yana bakıyor öbürü öbür yana… İnce iş. Numara da her seferinde işliyor; seyirci aslında gör(ün)düğünden daha derin bir şeye gülüyor. Çoktan bildiği bir şeye; ikili olmanın bitmez tükenmez döngüsüne… ve de kendisinin belki asla tutturamadığı ‘zamanlama’ya, bitmez tükenmez absürd ve sublime tahammüle…
Elton John’un hayatını konu alan Rocketman ise tam da madalyonun ters yüzünden bahsediyor; (sahnede) tek başına olmanın sonu gelmez geriliminden. Filmin gerçekten ilgiye değer yanı bu. Rocketman’in şarkı/performans sahnelerinin - bir zamanların Elton John’unun da yer aldığı - Tommy filmine çok benzemesi ve bu yüzden de filmin geri kalanının amaçlanan aşırılığı kolaylıkla tutturması da aynı sebepten. Rocketman’in mesele edindiği bir çeşit şovmen taşkınlığı ve tekbaşınalığı. Şarkıcılı filmlerde sanatçının beyaz bir aydınlığa doğru yürüyüp kapıyı itip sahneye binlerce seyircinin önüne çıktığı meşhur klişe sahneyi hatırlarsınız. (En son Freddie Mercury flmindeki Live-Aid sahnesinden bile hatırlayabilirsiniz.) Rocketman’de aynı sahne bir toplu terapi odasına açılıyor ve bu basit yer değiştirme hiç de yersiz değil. (Bir de kendini havuza bırakıverme sahnesi de var ki o da benzer telden çalıyor.) Rocketman’in ve genelde sahne yıldızının önemli bir derdi bu boşluğa atılmak ya da atlamak anladığımız kadarıyla. Orayı tek başına doldurabilecek mi? Yoksa orkestra çukurundan berbat bir boşluğa mı düşecek? Tek başına parlarken, aslında bütün hayatla özdeş olan, insanı bir anda gözlerini kamaştırarak kör eden ‘varoluşsal’ bir boşluğa mı yuvarlanacak?
Mesleki olmaktan öte bir şey bu. Bir nevi ‘olmak ya da olmamak’. Hangisini tercih edersiniz? Stan ve Ollie’deki gibi bir kapıdan girdiniz mi karşı kapıdan ‘öbür yarınız’ın, ‘kaşık düşmanınız’ın ‘çanak ortağınız’ın da çıkıvereceğine duyulan masum (?) kendini dolduruşu mu? Yoksa Rocketman’deki gibi karşıdan çıkacak olanın kendinizin bir yansıması, bitmez tükenmez bir ayna efekti olacağını bilmek ve Shakespeare’den devşirerek, ’katlanmak mı zalim kaderin silllelerine, oklarına’? İşte bütün mesele bu.
FATİH ÖZGÜVEN
Stan and Ollie (2018)
Yönetmen: Jon S. Baird
Oyuncular: John C. Reilly, Steve Coogan, Shirley Henderson, Nina Arianda
Rocketman (2019)
Yönetmen: Dexter Fletcher
Oyuncular: Taron Egerton, Richard Madden, Jamie Bell, Bryce Dallas Howard