Bazı sanat eserlerinin kendi niyetleri hakkında garip bir ciddiyetleri vardır. Bu çeşitten - samimi - bir ciddiyet önce şaşırtır, sonra, ısrarla sürdürüldüğünde, insanda bir saygı uyandırır. Hele sanat eseri ‘dokunursan yanarsın’ tarzı konulara bulaşıyorsa, hele bulaşıp da onları sulandırmayı, sansasyonelleştirmeyi, hele hele ikisi de olmayayım korkusundan ılık bir şey olmayı da reddediyorsa…
Touch Me Not / Dokunma Bana’nın ciddiyeti, belki isminden de anlaşılacaktır, dokunma- dokun(a)mama, kendi bedenimiz, karşımızdaki bedenler, ikisi arasındaki ilişkiler ve bu konudaki ‘müzakereler’ hakkında.
Müzakereler diyorum çünkü Dokunma Bana dokunmanın ‘doğal’ bir şey olduğu, öyle sayılageldiği insanlar arasında geçmiyor. Soğuk bir iklimde geçtiğini, renklerinin genellikle beyazla gri arasında bir skalada olduğunu - kırmızı bir elbise birden patlıyor perdede mesela - Akdenizliler sıcaktır, Kuzeyliler soğuktur gibi klişelerin semtine uğramadığını, bunlarla hiç ilgilenmediğini eklemeli. Filmin çok ikna edici ciddiyeti dokunmanın, başka bir insanın tenine değmenin esasen son derece problematik, ‘tartışılması gereken’ bir şey olduğunu söylemesinden ileri geliyor. Müzakere de bu yüzden.
Filmin merkezde denilebilecek bir başkişisi var. Dokunmakla ilgili sorunları olan ve bunları çeşitli bedenlerle ilişki kurma ve o bedenleri ve kendininkini kimi zaman konuşma, kimi zaman seyretme kimi zaman ‘sınırları yoklama’ diyeceğimiz yöntemlerle dönüştürmeye çalışan Laura. Dokunma Bana, Laura’nın evine çağırdığı ve mastürbasyon yapışını seyrettiği kiralık bir erkek bedeninin ‘kusursuz’ görüntüsüyle açılıyor. Gelgelelim bu bedeni çok geçmeden unutacağız. Filmdeki en ilginç beden o değil. Hatta, diyebiliriz ki, film geri kalanında göreceğimiz çeşitli bedenler arasında en canlı, en insani bedenin bu genç erkeğin bedeni olmadığını, bedenin bir kusursuzluk alanı değil, bir tesadüfler ve akışkanlıklar topoğrafyası olduğunu söyleyecek ve bizi başka bedenlere ‘baktıracak’. Çok, çok ciddi olduğu konu bu.
O kadar ki, Dokunma Bana’da rol alan bedenlerin özelliklerinden bahsetmek filmin niyetini baltalamak olabilir. Seyretmeye alışmadığımız, normlara alışkın gözlerimizin katlanmakta zorluk çekebileceği bir beden ve deneyim alanında olduğumuzu söyleyebiliriz çok çok. Ama ‘zorluk’, bu ne demektir ki? Dokunma Bana filmi bize kendi hipnotize edici ciddiyetini kabul edecek olursak şimdiye kadar bakmadığımız- görmediğimiz- bakamadığımız bedenlere ve beden deneyimlerinin alanına girebileceğimizi öneriyor. Bunun da bizi kendi bedenimizle olan ilişkimizde -eğer istiyorsak - başka bir aşamaya taşıyabileceğini.
Dokunma Bana’yı seyretmenin iki yolu var gibi; seyretmek ya da seyredememek. (Belgeselle ‘prova edilmiş gerçeklik’ arasında gidip gelen estetiği de seyirciyi zorlayabilir.) Oysa şimdiye kadar katıldığım iki gösterimde de tüm seyircilerin filmin temel yaklaşımını kabullendiklerini ve filmi ciddi bir ilgiyle seyretttiklerini not etmem lazım belki de. Üstelik de ‘beden’lerimizin morfolojisine yapılan bir eklenti haline gelmiş akıllı telefonların tek birinin bile ışığı yanmadan! Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu çok aşınmış ‘samimiyet’ meselesi hakkında dediği gibi: ‘Sanat eserinde samimiyet dediğimiz şey aslında bir sirayet duygusundan başka nedir ki?’ Öyle olmalı.
FATİH ÖZGÜVEN
Künye:
Touch Me Not (2018)
Yazan ve yöneten: Adina Pintilie
Oyuncular: Laura Benson, Thomas Lemarquis, Christian Bayerlein, Adina Pintilie