Jönler sıkıcıdır. Onlar, hayat sanki başkalarıyla yaşanmıyormuş gibi, merkezinde hep kendilerinin olduğu solo bir mutluluk düşü peşindedirler. Yakışıklılıkları da çoğunlukla öpülerek uyandırılamayacak bir prensinki gibidir.
Karakter oyuncuları ise ilginçtir. Hayatın bir sürü başka şeyden örüldüğünü bilirler, en iyileri de bunu derinden hissettirirler. Michel Piccoli 12 Mayıs’ta 94 yaşında ölmüş. Onu yıllardır izlerim; özellikle de oynadığı rollerde insan zaaflarını hem entelektüel hem duygusal bir derinlikle yansıtmasına hayran olurum. Piccoli öyle bir aktördür ki, oynarken aynı zamanda rol üzerine düşünür gibidir; sonra ya rolü üzerine karmaşık tezler geliştirir gibi bir yola sapar ya da ‘salla gitsin’ deyip durumun gerektirdiği duyguya kendini koyverir.
Oynadığı iki rolü özellikle anmak gerekir. Birincisi, son zamanlarda sanıyorum internetteki görünürlüğü vb. ile yeniden ünlenen Godard filmi Le Mepris / Küçümseme’deki Hollywood için senaryo yazmak üzere Cinecitta’ya giden yazar rolü. Filmde onun dışındaki kişiler seçimlerinde son derece nettirler. Prodüktör rolündeki Jack Palance ahlaksızlığında, Piccoli’nin genç karısı rolündeki Bardot ise karısını sahiplen(e)meyen erkekler konusundaki fikirlerinde. Yazar/senarist Piccoli ise mutlaklar ve diğer şeyler arasında sürekli gidip gelir. Sizin benim de yapacağımız gibi; şimdi ‘şu şöyle görünüyordur ama gerçekten öyle mi’dir? Bütün bunlara bir miktar fırsatçılık, kararsızlık, entel ‘rölativizmi’ de karışır. Böylece, zaten film başladığında da ortada olmayan bir aşkın gözlerinin önünde yavaş yavaş ölüşünü seyreder, kendisi ile genç karısının aşklarının. Film, ironik biçimde, seçimlerinde net olanları bertaraf ederken onu sağ ve salim ve kendi başına bırakır.
Diğeri, Bunuel klasiği Belle de Jour / Gündüz Güzeli’ndeki ‘aile dostu’ Husson. Bunuel’in filminde kimin neyi niye yaptığı, harika bir biçimde, sadece yönetmene malumdur ama Piccoli filme Laclos’nun Tehlikeli Alakalar romanından fırlamış bir liberten, ‘projesi olan hedonist’ portresi ile bambaşka bir boyut katar. Severine gündüz güzeli olmayı hem ‘istiyor’dur hem de ‘istemiyor’dur, değil mi? Sonsuza dek bu burjuva gel-git’inde yaşayıp gidecekken Husson ona gitmesi gereken ‘ev’in adresini verir. Bununla da kalmaz, onu o evde ziyaret eder. Severine ile Husson arasında hiçbir şey olmayacaktır, onlarınki bir yargıç ve sanık ilişkisidir. Husson’un işi Severine ile kocasının gerçek-olamayacak-kadar-masum aşklarına ve Severine’in hem-çöreğim-bölünmesin-hem-karnım-doysun tipi burjuva hedonizmine darbe indirmektir. Piccoli, Le Mepris’de iki kararlı arasında bikarar kalmışsa bu filmde iki bikarar arasındaki kördüğümü bir darbede parçalar. Rolü canlandırışındaki ‘burjuvazinin dayanılmaz çekiciliği’ nüanslarında Sade ve Marivaux pırıltıları vardır. Bu rafine kötü adam portresi benzerleri arasında en iyilerdendir.
Sonra duygusallar; Claude Sautet’nin Max et les Ferrailleurs / Max ve Paçavracıları’ndaki, güzel fahişe Romy Schneider’i gördüğü an bile isteye cehenneme biletini kesen polis memuru rolü. Demy’nin Les Demoiselles de Rochefort / Rochefort’lu Kızlar’ında hep gölgede kalmaya alışmış ama tam da bu yüzden sonunda istediğini elde eden müzik aletleri satıcısı.
Gündelik delilik rollerinde de müthiştir. Çoğu zaman da ince bir komedi tonunda. Ferreri’nin Dillinger e Morto / Dilllinger Öldü’sünde evinde bulduğu gazete kağıdına sarılı tabancanın taşıdığı bütün imaları uzun uzun, ince ince gözden geçiren ve sonunda bütün hepsinin işaret ettiği şeyi yapan mühendis. Marco Bellochio’nun Salto nel Vuoto / Boşluğa Atlayış’ında kızkardeşi Anouk Aimee ile aynı apartman dairesini paylaşan hayalet kardeş. Az bilinen kült film Themroc’daki modern mağara adamı.
Son filmlerinden biri olan I’m Going Home’da küçükce bir rol için gitttiği sette kaprisli yönetmen rolündeki Malkovich’in aynı repliği kırk kere tekrarlatmasına sinirlenip ‘eve dönmek’ istediğini beyan eder ve dışarı çıkar çıkmaz ayakkabılarını bir hırsıza kaptırıp eve de yalınayak dönmek zorunda kalır. Manoel de Oliveira’nın bu filminde ikinci dereceden bir tiyatro oyuncusu rolündedir. Kendisinin bir karikatürü adeta! Ama hiç gocunmamış görünür böyle şeylerden. Piccoli’yi Piccoli yapan budur.
Onu en son, paraya kıyıp, sahnede Thomas Bernhard’ın Minetti oyununda Minetti rolünde seyretmiştim. Minetti piyesi, Minetti adlı gerçekten var olan bir tiyatro oyuncusunun (ki piyesin ilk sahnelenişinde rolü de bizzat Minetti oynamış) Baltık denizi kıyısındaki bir otel lobisinde kendisine Kral Lear’de başrol oynatma sözü veren ama bir türlü randevusuna gelmeyen bir tiyatro yönetmenini beklerken klasik bir Bernhard metninde olduğu gibi öfkeyle herşeye, herkese söylenip durmasından ibaret harika bir oyundur.
Bu katman katman ironileri, esip savurmaları, gizlenmiş duygusallıkları Michel Piccoli elbette çok iyi biliyor ve Minetti’yi harika canlandırıyordu. Eh, onun sinemada yıllardır başardığı da zaten bir karakter canlandırmanın her türlü katmanı, girdisi çıktısı ve ironisi ile uğraşmanın ustası olmaktı.
Yerine benzer biri gelir mi, emin değilim.
FATİH ÖZGÜVEN